İstanbul Vezneciler’de 7 Haziran’da meydana gelen saldırıyla bir kez daha gündeme gelen terörün asıl amacının beyinleri ve zihinleri etkilemek olduğunu belirten uzmanlar, özellikle toplumu bir arada tutacak söylemlerde bulunmanın önemine dikkat çekiyor.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, İstanbul Vezneciler saldırısıyla bir kez daha kendini gösteren terör eylemlerinin amacının beyinleri ve zihinleri etkilemek olduğunu söyledi.
Prof.Dr. Dilbaz terörün psikolojik ve toplumsal etkisine ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Terörizm dediğimizde genellikle sivil halka yönelik olan, halkı korkutmak, sindirmek adına yapılan şiddet içeren bir takım davranışlar olduğunu belirten Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, bu eylemlerin hükümetlerin değişimini amaçlayan bir takım davranışlar olduğunu kaydetti.
Prof.Dr. Nesrin Dilbaz şu değerlendirmelerde bulundu:
“Savaşlar savaş alanında yapılır ama terörizmde savaş alanı insanların beyinleri ve zihinleri oluyor. Terörizm beyinlerimizi ve zihinlerimizi hedef alıyor. İnsanları korkutarak, normal yaşamlarından uzaklaştırarak aslında onları sindirmeyi amaçlıyor. Savaşılan alan insan psikolojisi oluyor. Bu alanda çok sayıda çalışma yapılıyor. Televizyonları açtığımızda savaşlardan söz etmiyoruz ama terörden bahsediyoruz.
Korku yaşayanlar psikiyatrik hastalıklara yakalanıyor
11 Eylül saldırısından sonra bu konuda çok araştırma yapıldı. Öfke hissedenlerin daha sonra bir akut stres sendromu yaşamadığı ama korku yaşayanların daha sonra akut stres sendromu yaşadığı görülmüştür. Sonrasında ise travma sonrası stres bozukluğu dediğimiz psikiyatrik bir hastalığa yakalandığı görülmüş.
Kimler korkuyor, kimler öfkeleniyor…
Peki neye göre değişiyor? Hangi insanlar korku hangi insanlar öfke oluşuyor. Kişinin daha önce yaşadığı travmaların çok büyük etkisi oluyor. Çok sıklıkla şu soru geliyor: Her travma veya terör olayı yaşayan kişi bir psikiyatrik bozukluk geliştiyor mu? Öyle olmuyor. Çünkü 11 Eylül’de yapılan saldırıdan sonra bakıldığında olayı yaşayan kişilerin bunun bir zorlama ve stres olarak algıladığı ama yüzde 30’luk bir kısmının ise bunu psikiyatrik bozukluğa taşıdığı görülmüştür.
Medyaya nasıl görevler düşüyor?
Biz terörle mücadelede terörü üç safhada ele alıyoruz. Olay olmadan önce, olay sırasında ve olaydan sonra olmak üzere… Olay olmadan önce politikacılar vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla hükümlü. Bu konuda yapılan çalışma ve bütçelerle birlikte kişi daha çocukluğundan itibaren ruhsal olarak arzu ettiği güvende hissetme duygusuna kavuşmalı.
Medya kullandığı dile dikkat etmeli
Terör olayı sırasında ise medya olayı kişiler üzerinde baskı unsuru haline getirebilecek şekilde verirse maalesef terör amacına ulaşmış oluyor. Terörün amacı bu. Vatandaşların dışarı çıkmamasını sağlamak, korkutmak, ekonomiyi yavaşlatmak, sindirmek… Sonuçta aslında bir şekilde toplumu kendi istekleri dâhilinde yönetmek.
Farkında olmadan yanlış bir biçimde haberleri verirsek terörizm amacına ulaşmış olur. Terörizmde mücadelede en önemli noktalardan biri toplumun bir araya gelmesini sağlamak, biz demeyi oluşturabilmeli. Terörizm kurbanı olan veya yakınını kaybeden, mağdur olan insanların maddi veya manevi yanında olduğumuzu hissettirmek ama tersi yapılırsa maalesef terörizm amacına ulaşıyor.
Birbirimize destek olmalıyız…
Toplumu bir araya getirecek söylemlerde bulunmak gerekiyor. Birbirimize yardımcı olduğumuzda manevi güçlerimizi bir araya getirmekle mümkün olacaktır.
Dışarı çıkmazsak terör amacına ulaşmış olur!
Terörizmin çocuklar üzerindeki etkisi aslında ebeveynlerin üzerindeki etkilerle ilişkili. Eğer ebeveynler korku yaşamışlarsa bunu çocuklarına çok daha abartılı bir şekilde yansıtır hale getiriyorlar. Aslında sorduğunuzda çocuğunu rahatlattığını söylüyor ama o kadar çok söyleniyor ki çocuk bunu algılıyor. Dışarı çıkmamaları, gezmemeleri, örneğin Kızılay’a gitmemeleri ile ilgili tembihler bir korku toplumu oluşturmaya yönelik. Gençlerimizi dışarı çıkmaktan, bir araya gelmekten korkutur hale getirirsek terörizm istediği amaca ulaşmış olur.”