ADAM, DOKTOR, NECLA VE GÖLGELER

Published on:  /   Yorum yapılmamış

“Bıyıklarına yayılmış gülümsemesiyle yaşama bağlanan genç adama…”

ADAM

Gülümsedi. İncecik bıyıkları dudaklarının üzerinde yayıldı, gözlerindeki ışık koridorun duvarlarını aydınlattı. Sallanıp duran gölgesine el salladı, gölge de ona el salladı, kol kola girip yürüdüler. Koridor bitince veda etmeden birbirlerinden ayrıldılar. Biliyorlardı çünkü her gülümsemenin ardından yayılan ışıltı, aksini bulunca duvarda, yeniden bir araya geleceklerdi. Bu, o kadar da uzak bir zamanda olmayacaktı. İşte yeni bir koridor daha, işte gölge yeniden orada ve işte yeniden el eleler.

Bir o yana, bir bu yana/Sallanır durur bu dünya”, diye bir şarkı uydurdu, birlikte söylemeye başladılar. Gölge, sesini daha çok yükseltmek istedi; adam, izin vermedi. “Asıl olan benim,”  dedi. “Sen yoksun ben olmasam.”  Duvardaki alındı, silinip gitmek istedi; adam, sıkıca tuttu elini. “Gitme.” Dedi. “Bırakma beni.” Gölge, yeniden yükseldi; yürüdüler, bir kapının önünde durdular; kapı açıldı. Kendiliğinden mi, diye bakıştılar. Odaya girdiler. Doktor, adamı gördü sadece.

DOKTOR ve GÖLGESİ

Bıyıklarına yayılmış bir gülümsemeyle bir o yana bir bu yana sallanıp duruyor. Onca sallanmaya karşın süzülür gibi girdi odaya. Düşmeden, çarpmadan yürüyebilmesi mucize gibiydi, sanki biri elinden tutuyordu. Neyse canım, hiç de umurumda değil! Nasılsa birazdan tedavisini olup gidecek, ardından bir yenisi gelecek. Ondan sonra da bir başkası… Gün batana kadar tekrar edip duracak bu iş, dün gibi, ondan önceki gün gibi ve hatta tüm önceki günler gibi. Ama ben, hiç durmadan, bıkmadan sevdiğim bu işi yapmaya devam edeceğim.

“ Kendine karşı da dürüst olamıyorsun.”

Kim konuştu? Odada benden ve hastamdan başka kimse yok ki. O konuşmadığına göre. Yoksa… Sen misin? Neredesin? Göremiyorum seni.

“Biraz daha çaba göstermelisin görebilmek için. Ama böyle de söyleyebilirim düşündüklerimi: Sen işini filan sevmiyorsun, kendini de… ”

“Severdim, ama tükendim.  Hiçbir şey düşünmeden, sadece çalışmak istiyorum, çalışmak ve unutmak.”

“Var olmaya çalışmalısın. Başka bir diyeceğim yoktur, en azından şimdilik…

ADAM ve NECLA

Yüzüne tutulan güçlü ışıkla irkildi, ne yapacağını bilemedi. Doktordan gelen “Açar mısın?” sözüyle istemsizce dudaklarını araladı. İşte tam da o anda, zayıf ve soluk yüzüyle geçmişten bakan Necla, parlak bir ışık gibi yanıp söndü. Kulaklarına dolmaya başlayan uğultudan, önce bir gölge sıyrıldı. Kendisine “Pembe” denilmesini istiyordu. Cıvıl cıvıldı. Oyun oynamayı sevdiği her halinden belliydi. Bazen adamın gölgesinin ardına dolanıyor, elleriyle gözlerini örtmeye çalışıyordu. Ama onun da bildiği gibi, kapanamaz gölgelerin gözü.

Adam, “Kimin gölgesi ?” diye düşünürken, Necla ile burun buruna geldi. Genç kızın elleri yüzüne değdi, incecik bıyıklarına yayılmış gülümsemesini yakaladı.

“Gülümsüyorsunuz” dedi Necla. Ondan duyduğu ilk sözdü.

“Hayır,” dedi adam. “Aksine, bir şaşkınlık ifadesi var yüzümde.”

“Şaşkınken hep gülümser misiniz?”

Utandı, cevap vermedi önce, sonra dedi ki: “Pembe, sizin gölgeniz mi?”

“Evet. Yoksa siz de mi görüyorsunuz onları?” diyerek heyecanlandı genç kız.

“Elbette…”

“Ben de görebilmeyi çok isterdim.”

“Sizinkini biliyorsunuz ama…”

“Onu sadece duyabiliyorum, körüm ben. Fark etmediniz mi?”

“Çoğu görenden daha aydınlık gözleriniz. Kör olduğunuzu anlamak, gerçekten, çok güç.”

Pembe, adamın kulağına genç kızın adını fısıldadı ve hikâyesini: Işığı hiç görmemiş. On dördüne bastığında, keşfetmiş gölgesini. Ondan söz etmeye başlayınca delirdiğini düşünmüşler. Sadece, gittikleri yaşlı kadın doktor inanmış genç kıza. Çünkü onun da gölgesi varmış. Pembe, Necla’ya önce ışığı, ardından renkleri anlatmış. Zamanla aydınlanmış, alacalı olmuş dünyası. Kırmızı, yakıyormuş ellerini; mavi, ılık bir rüzgârmış, ruhunu okşuyormuş; sarı, kulaklarının arkasından dolaşan bir esintiymiş. Siyah; soğukmuş. Beyaz mı? O, her rengin arasına karışan bir deniz yeli gibiymiş.

Genç kız, “Sizi tanıdığıma çok sevindim. Yeniden görüşmeyi çok isterim.” deyip ayrılacakken durdu ve sözlerine devam etti: “Adliyede çalışıyorum. Yerini biliyorsunuz, değil mi? ” Kızaran yüzünü sadece Pembe gördü.

Sonrasında çok buluştular, çok konuştular. Zamanla adam, mavi oldu; Necla; ise kırmızı.

Güneşin doğup doğmamakta tereddüt ettiği sabahların birinde simit evinde buluştular. Necla, her zamankinden daha zayıf, daha soluktu. Adam, vereceği müjdenin heyecanıyla pek önemsemedi bu durumu; çay ve simit sipariş etti. Gölgeleri koyu bir sohbete başlamışlardı bile. Bilinen sohbetlere pek benzemiyordu. Gürültücüydü; ama çok derindendi.

Bardağındaki son yudumu içen Necla, işe gitmek için ayağa kalktı. Pembe ise arkadaşından ayrılamamıştı. Genç kız; mutluluktan uçuyor, kırmızı bir tutkunun sardığı yüreğine söz geçiremiyordu. Adam, “Bu akşam bir kutu çikolata alıp size geleceğiz. Annemle…” demişti.

Necla; simit evinin kapısını açıp yürümeye başladı. İçindeki renkler o kadar sıcaktı ki, karanlığın o ürperten soğukluğunu yüzünde hissettiğinde umursamadı. Elindeki bastonuyla kaldırımın kenarını yokladı, yola indi.

Adam, etrafını saran maviliğin laciverte dönüşmeye başladığını gördüğünde irkildi.

Acı bir fren sesiyle simit evi buza kesti.

Pembe, ne olduğunu anlamadan siliniverdi.

“Vız” diyen ıslak ve uğuldayan sesle kendine gelen adam; dişini oyan bir aletin varlığını hissettiğinde ürperdi. Ama duvardakinin,“ Korkma… Doktor, dişini iğneyle uyuşturdu.” diye mırıldandığını duyunca, rahatladı.

 DOKTOR, ADAM ve GÖLGELER

Doktor, ayağının altındaki pedala basmayı bıraktı, “Tükürebilirsin.” dedi

Adam, yanı başındaki beyazlığa okkalı bir renk cümbüşü tükürdü. Oradan başlayan gök kuşağı tavana doğru yükseldi. Bu rengârenk karmaşanın ortasında, iki göz karşı karşıya geldi. Birbirlerini görmekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Doktor, itiraf etti; karşısındaki, sükûnetle dinledi.

“Ben…” dedi, “çocuktum, mutluydum. Büyüdüm, mutsuzluğa mahkûm edildim. Ama bu benim seçimim değildi. Canımı çok yaktılar. Önce masumiyetim gitti, hem de koşar adım. Sonra da vicdanım… Sevgi anlamsız bir duyguydu artık. Kafamdaki her söz anlamını yitiriyor, çekip gidiyordu.”

Adam, mavi ışığın ardından sordu:

“Nasıl oldu, neden izin verdin?”

“ Direndim, olmaz dedim; dinlemediler. Her can bir diğerini kendine tehdit görüyordu. Diğeri yok olana ya da kendisinin aynısına dönüşene kadar üzerine gidiyordu. Ben bunu değiştirebilirim, diye düşünüyordum. Ama onlar daha güçlüydüler, gece gündüz demeden çoğalıyorlardı. İnsan sevgisi, tüm bireysel tutkulara yenik düşüyordu,”

“Hiç sevdin mi?”

“Sevdim… Tüm bu karmaşanın içinde güzel olan tek şeydi…

“Ne oldu ona?”

“Tıp fakültesinde okuyordu. Ben ise son sınavını vermiş, çiçeği burnunda bir diş hekimiydim. Mezuniyet törenim için okula gitmem gerekiyordu. Onunla durakta buluşacaktık. Erkenden evden çıktım. Belli bir düzende yürüyen adamlar gördüm. Yanlış adım atan yoktu aralarında. Sevdiğim kız da yanlarındaydı. Bırakın kızı, diye bağırdığımda soğuk metalin acı veren ağırlığını hissetim ensemde. Bu onu son görüşümdü. Bir hücrede açtım gözlerimi. Beden her zorluğa direnir. Ama gölgeler öyle mi? Karanlık duvarların esaretine dayanamazlar, bir kez kırıldılar mı, kimse onaramaz onları. Bu derdin hiçbir ilacı yoktur.”

“Yanılıyorsun, var.”

“Ben doktorum. Olsaydı, bilirdim. Bir yolunu bulup kaçtım, ama gölgem o hücrede sıkışıp kalmıştı. Dünyanın öteki ucuna gittim, canım yanmaya devam etti. Duydum ki, uygun adımlarla gelenler, uygun adımlarla gitmişler. Dönmem gerek, dedim. Sıkışıp kalan gölgemi koparmam için bu bir fırsat, diye düşündüm. Ne yazık ki, gidenler onu da götürmüşler. Bugüne kadar duymamıştım sesini. Bir yolunu bulup kaçmış olmalı onlardan.”

“Gölgeni kimse hapsedemez, sen istemesen. Büyümesine izin verdiğin sevgisizlik kör etmiş yüreğini.”

“Sevmek nasıl bir şeydi unutmuştum. Gölgem ve sevgilerim yerlerini koca bir boşluğa bırakmışlardı. Derken, doymak bilmez, yol yordam yoksunu bir açlık; varlığını yitirmiş bedenime musallat olmaya başladı. Para dışında hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Gece gündüz demeden çalıştım. Kazandıkça doyacağıma, açlığım daha da artıyordu. Bir anda sahte gülüşlü birçok insan çevremi sardı. Yiyor, içiyor, har vurup harman savuruyordum. Bu curcuna, afyon etkisindeydi; unutmaya başlamıştım dünü, bugünü ve hatta gelecek yarınları. Unutmayı başardığımı sanmıştım. Bugün sen gelene kadar…”

Doktor; iki damla gözyaşı dökünce, kör yüreği esaretten kurtuldu, odadaki herkesi görmeye başladı.

Adamın gölgesi, söze karıştı: “Simit evinden çıkmasın diye sıkıca ellerini tutmuştum, kurtulmayı başardı.” dedi.

“Uçarcasına koştum, insanları ezerek, duvarları delerek. Dışarı çıktığımda Necla’yı gördüm. Bir minibüsün önünde, yerde yatıyordu. Gittikçe büyüyen bir kırmızı halının üzerinde uyuyor gibiydi. Attığım çığlık çevremde dönüyor, benden başka herkese dokunuyordu. O gün, sevdiğim kızı ve ‘Pembe’sini yitirdim.”

“Sadece onları değil, beni de…” dedi adamın gölgesi. “Bin türlü insanın gölgesine karıştım, bulamadı beni uzun bir süre. Ta ki onunla tanışıncaya kadar”

“Beyaz duvarları olan bir hastane odasında açtım gözlerimi. Yok olmayı diledim o aydınlıkta. Sonra bir kadın girdi odaya, ellerimi avuçlarının arasına aldı. Yaşlıydı, senin gibi. ‘Doktorunum,’ dedi. ‘Acını anlıyorum, Necla’yı ben de tanırdım. ’diye devam etti.  Bilgisi kadar çoktu sevgisi, azını çıkarıp yüreğime ekti, yeşertti, büyüttü. Gün oldu o odaya sığamadık. Necla’dan konuştuk, gölgelerimizden, yaşamın direttiklerinden, üstesinden gelemeyeceklerimizden, yapabileceklerimizden, yapamayacaklarımızdan, hatta senden.

“Benden mi?” diye sordu doktor.

“Evet, yıllar öncesinden tanıyormuş seni. İçinde taşıdığın ışıltılı dünyayı biliyormuş. Sönüşünü anlattı.”

“Yoksa?..”

“Evet, düşündüğün kişi… Seni bulmamı, gölgene yeniden kavuşman için yol göstermemi istedi.”

“Şimdi nerede?”

“Bahçede… Bizi bekliyor. Hadi hep birlikte yanına gidelim.”

Mavi, kırmızı, sarı ve diğer renkler odaya sığmaz oldular, yel olup pencereden taştılar. Ağacın altında onları bekleyen yaşlı kadın, hepsini kucaklayıp yüreğinde çoğaltmaya devam etti.

Kategori:
Etiketler:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.