Aydın Düşünce Platformu’nun Aralık ayı toplantısında Türkçe ve sorunları tartışıldı. Toplantıya ana konuşmacı olarak katılan AK Parti İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem, “Türkçe yetersiz bir dil değil, yetersiz olan Türkçeyi iyi kullanamayan bizleriz” dedi.
İstanbul Aydın Üniversitesi bünyesinde bulunan düşünce kuruluşu Aydın Düşünce Platformu’nun Aralık ayı toplantısında Türkçe konuşuldu. Türkçe’nin tarihi, gelişimi, bugünkü sorunları ve bu sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin tartışıldığı toplantıda ana konuşmacı olarak bulunan AK Parti İstanbul Milletvekili ve Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Başkanı Ekrem Erdem, Türkçe’nin birçok batı dilinden zengin olduğunu, dünya üstünde anadil olarak konuşulan beşinci büyük dil olduğunu ifade ederek, “Türkçe’nin bilim dili olma noktasında yetersiz kaldığı eleştirilerini kabul etmiyorum. Yetersiz olan Türkçe değil bizleriz” dedi.
“TÜRKÇE ANA SÜTÜMÜZ”
Toplantının açış konuşmasını yapan İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necat Birinci, sözlerine “Türkçe bizim ana sütümüzdür” diyerek başladı. Türkçe’nin Türklerin milli varlığı olduğunu, dünya üstünde son Türk kalana kadar yaşayacağını söyleyen Birinci, “Bilimsel bir araştırmaya göre Türkçe, 3’üncü binyılda da yaşayacak olan 4 Avrupa dilinden biri olarak tespit edilmiş durumda. Geçmişe baktığımızda da 16’ncı yüzyılda Avrupalı tüccarlar, Osmanlı’da rahat ticaret yapabilmek için Türkçe öğrenirlerdi. Yeri gelmişken, Osmanlıca diye bir dil yoktur. Adı Osmanlı Türkçesi’dir, bunu da bilmemiz gerek. Türkçe’nin sivil toplum kuruluşları tarafından bir bayrak haline getirilmesi de çok önemsediğimiz ve mutlu olduğumuz bir durum” şeklinde konuştu.
TÜRKİYE BİR KÜLTÜR SAVAŞI VERİYOR
Konuşmasının başında Türkiye’nin yıllardır bir çeşit kültür savaşı verdiğini ileri süren Erdem, “Bu savaşı kazanamazsak diğer hiçbir savaşı kazanamayız. Zira nereye gitsek vatandaşlarımız bize başta işyeri tabelaları olmak üzere birçok yerde kullanılan yanlış ve bozuk Türkçeden şikayet ediyor. Siyasetçi toplumun duyarlı olduğu konularda duyarlı olmak zorundadır. Bu nedenle biz de dil konusunda bir çalışma yapmaya karar verdik ve 2006 yılında Türkçe’nin sorunlarının araştırılması için bir araştırma önergesi verdik” diye konuştu. Söz konusu araştırma önergesini verirken bir parça endişelendiğini ifade eden Erdem, “Çünkü bu millet 60 yıldır dil üzerinden kavga etmiş. Yeni bir kavga çıkmasından endişelendim. Ancak kavga şöyle dursun, iktidarıyla muhalefetiyle tüm Meclis birlik oldu” ifadelerini kullandı.
Toplumdan talep edilmeyen hiçbir uygulamanın neticeye varamayacağının altını çizen Erdem, “Bu konuda en büyük örnek F klavyedir. F klavyeye başta itirazlar geldi. Ancak sonra o kadar benimsendi ki biz de hükümet olarak devlet dairelerinde F klavyeyi mecbur ettik. Şimdi Türk Standartları Enstitüsü’nün de çalışmasıyla bilgisayar üstündeki İngilizce kelimeli tuşlar da Türkçe olacak. Bu konuda üstünde çalıştığımız başka düzenlemeler de var. Örneğin sık sık tartışmalara sebep olan, ‘şapka’ dediğimiz inceltme işareti, yeni bir düzenlemeyle klavyelerde de yerini alacak. Artık ‘hala’ yazıp ‘hâlâ’ diye okumayacağız. Bundan başka Türk Lirası simgesi de klavyelerdeki yerini alacak. Ayrıca devlete alınacak yeni memur kadroları için yüzde 70 oranında Türkçe yeterliliği arayacağız. Mevcut nüfus memurları için de bir Türkçe kursu planlıyoruz. Bu kursu başarıyla bitirenler derece alacak, başarılı olamayanlar ise başka birimlere kaydırılacak. Zira öyle soyadlarıyla karşılaşıyoruz ki, adeta hakaret gibi. Bunun en önemli sebeplerinden biri nüfus memurlarının Türkçedeki yetersizliği” dedi. Türkçe’nin dünyanın en güçlü ve zengin dillerinden biri olduğunu ifade eden Erdem, “Türkçenin kendine güveni o kadar fazla ki, tüm dillerle korkmadan sakınmadan ilişki geliştirip kelime alıp verebiliyor. Bugün baktığınızda dünya üzerinde anadil olarak konuşulan beşinci dil Türkçe. Dolayısıyla Türkçe’nin ne bilim dili olarak, ne de bilişim dili olarak kullanılmasının önünde bir engel yok. Yetersiz deniyor. Yetersiz olan Türkçe değil, Türkçeyi doğru kullanamayan ve hakkını veremeyen bizleriz. Dil kimliğin bir parçasıdır. Dil varsa biz varız” şeklinde açıklamalarda bulundu.
“AYDINLAR TÜRKÇE’Yİ BERBAT ETTİLER!”
Türkçe’ye bugüne kadar en çok zarar verenlerin aydınlar olduğunu ileri süren Erdem, “Aydınlar güzel Türkçemizi berbat ettiler. Şimdiyse adına ‘plaza dili’ denen bir şey çıktı. Şahıs konuşurken herhangi bir şeyin Türkçesini hatırlayamıyor, onun yerine İngilizcesini kullanıyor, zamanla bunu alışkanlık haline getirip Türkçe cümlelerin arasında birçok İngilizce kelime kullanarak konuşmaya başlıyor. Sonra, inşaat firmalarımızın geliştirdiği konut projelerinin isimleri, hepsi birer felaket. Bundan başka bazı markalarımız Türkçe ifadelerin arasında yabancı dilden kelimeler sokarak, ya da Türkçe bir ifadeyi yabancı dil yazı kurallarına göre yazarak markalar üretiyorlar. Sözgelimi ‘paşa’ yazacak yerde ‘pasha’ yazıyorlar. Bu son derece yanlış bir anlayış. Bizim evvela kendimize saygımızın olması lazım. Ürettiğimiz ürün alanında başarılıysa ona koyduğunuz ismin çok da önemi kalmaz. Sosyal medyaya hiç girmiyorum bile. Bir de televizyonda ve sinemada kullanılan Türkçe var ki, o da ayrı bir sorun. ‘Tercüme Türkçesi’ denen bir şey var ki dilimize en büyük zararlardan birini de bu veriyor” ifadelerini kullandı.
Türkçenin sorunlarının çözümü için Türk Dil Kurumu’nun etkin olarak görevlendirilmesi gerektiğini söyleyen Erdem, “Türkçe’nin matematiği de, müzikalitesi de bilim dili ve bilişim dili olmaya çok uygun. Yeter ki biz çalışalım ve üretelim. TDK zaman zaman ürettiği kelimeler nedeniyle eleştiri de aldı. Ancak biz kelime türetmekten yine de çekinmemeliyiz. Bunun kararını da vatandaş verir zaten. Beğendiğini alıp günlük yaşama yerleştirir, beğenmediğini kullanmaz” dedi.
YABANCI DİLLE EĞİTİM Mİ, YABANCI DİL EĞİTİMİ Mİ?
Daha sonra söz alan konukların Türkçe konusunda en çok önemsediği sorunun “yabancı dille eğitim” olması dikkati çeken bir unsur olarak öne çıktı. İAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Günay Karaağaç “Yabancı dille eğitim bir müstemleke zihniyetidir. Bir an önce bundan vazgeçmemiz lazım. Zira bu konuda büyük bir sahtekarlık söz konusu. Bu eğitimden geçen öğrenci ne kendi dilini öğrenebiliyor, ne de yabancı dili öğrenebiliyor. Diller en iyi çeviri düzleminde kıyaslanabilir” derken, İAÜ İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi ve ünlü televizyoncu Fuat Kozluklu ise “Dünyanın hiçbir ülkesinde yabancı dille eğitim diye bir şey yok” diye konuştu. İAÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İbrahim Hakkı Aydın sözlerinde “İnsanlar anadilleriyle düşünür ve rüya görürler” ifadelerine yer verirken, TBMM Eski Başkanvekili Yasin Hatiboğlu ise “Bir millet daha kendi anadilini bilemiyorsa, daha başka ne denebilir ki” ifadelerini kullandı. Öte yandan İAÜ Ortadoğu ve Kafkasya Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Kamil Veli Nerimanoğlu Türkiye ve Türk dünyası arasında ortak bir dil ve alfabe geliştirilmesi gerekliliğinin kültür bağlarını korumak ve güçlendirmek açısından önemine değinirken, İAÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şuayip Karakaş ise “Bizdeki test usulü sınav sevdası yüzünden liseden gelen öğrenciler resmen Türkçe bilmeden geliyorlar. Ders kitaplarındaki Türkçe’ler dökülüyor. Öte yandan bir ülkede eğitim resmi dilde yapılır. Başka bir dilin eğitim dili veya ikinci resmi dil yapılması çok tehlikeli” dedi. Öte yandan “yabancı dille eğitim” ile “yabancı dil eğitimi” arasındaki farkın da üzerinde durularak, yabancı dil eğitiminin muhakkak devam etmesi, hatta teşvik edilmesi düşüncesi de paylaşıldı.
“TDK FABRİKA GİBİ ÇALIŞMALI”
Son olarak söz alan İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın ise, ünlü yazar Attilâ İlhan’ın “Bir sözcük, ülkenin en ücra köyünde bile anlaşılabiliyorsa, o sözcük Türkçe’dir” ifadeleriyle başladığı konuşmasında “Türkçe’yi sadece batı dillerinin değil, doğu dillerinin de boyunduruğundan kurtarmamız gerekiyor. Tabii bu noktada konuya hem bilimsel, hem de gerçekçi yaklaşmak gerekiyor. Yani dile yerleşmiş, herkesin anladığı yabancı kelimelerle bir mücadelemiz olmamalı. Öte yandan eski dili yeniden gün yüzüne çıkarıp yeni nesle öğretmeye kalkmak ya da o dile dönmeye çalışmak da doğru bir yaklaşım olmaz. Türk Dil Kurumu bu konuda adeta bir fabrika gibi çalışmalı. Olabildiğince çok kelime türetmeli. Son kararı da halk verir zaten. Aksi takdirde dilimize yazık ederiz” şeklinde konuştu.