11 ilde yaşanan depremin en çok vurduğu Hatay’da kültürel bir yıkımla yüz yüze kalındığını söyleyen Müslüm Kabadayı, 6 ve 20 Şubat depremlerinin Hatay’ı derinden sarstığına dikkat çeken açıklamasını devamı şöyle:
Özellikle Antakya, büyük can kaybı yanında yapılarının %85’ini kaybetti. Eğer deprem için toplanan vergiler, zamanında depremin yıkımını önlemek için kullanılmış olsaydı, ÇŞİDB, AFAD ve yerel yönetimler 2021 yılında aldıkları kararları uygulasalardı bu yıkım en aza indirilebilirdi.
Depremin üzerinden 10 aydan fazla süre geçti. Tarihsel zenginliği, mimari ve kültürel dokusu bakımından ülkemizin olduğu kadar Dünya’nın da sayılı kentlerinden olan Antakya’nın 307 hektarlık sit alanının, 7033 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle risk alanına çevrilmesiyle kültürel yıkım tehlikesiyle karşı karşıya geldiği bilinmektedir. Buna karşı Hataylıların kurdukları dernekler, odalar, sendikalar, platformlar aracılığıyla yürüttükleri mücadeleler sonucunda bu yıkım önemli oranda önlenmiştir. Ancak, 207 hektarlık Asi Nehri’nin kuzeyinde kalan bölge rezerv alan ilan edildiğinden beri Antakya halkının mülkiyet hakkı dahil gelecek kaygısı doruğa çıkmıştır. Ne yazık ki, konuyla ilgili Bakanlıklardan, kuruluşlardan sürekli farklı açıklamalar yapılmakta, halkın kafası daha da karışmaktadır. Oysa, eski Antakya diyebileceğimiz 307 hektarlık sit alanı, Türkiye’nin de altında imzası olan “Malta Sözleşmesi” olarak bilinen “ARKEOLOJİK MİRASIN KORUNMASINA İLİŞKİN AVRUPA SÖZLEŞMESİ”nde vurgulanan arazi üzerinde her türlü yatırımın, kültürel ve doğal mirasa zarar vermeden gerçekleştirilmesini temel ilke olarak kabul edildiğinden tescilli ve tescilsiz tarihi ve kültürel varlıkların mutlaka korunması gerekmektedir. 207 hektarlık alandaki yapı ve arsa haklarının korunmasını Anayasanın 35. Maddesi garanti altına almaktadır. Uluslararası Sözleşmeler, Anayasa ve yasaların ilgili hükümlerine dayanarak deprem bölgesinde uygulanmak istenen yanlış kararlara karşı hem Anayasa Mahkemesi’ne hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne davalar açılmaktadır. İleride bu mahkemelerden depremzede yurttaşı koruyan kararlar çıktığında bunun hukuki, vicdani bedelini kim ödeyecektir?
Depremin gerçekleştiği bütün mekanlarda, özellikle fayın geçtiği yerlerde yeni bir yapılaşmaya gidilmemesi gerektiğini bilim insanları sürekli dile getiriyor. Özellikle Hatay, Maraş, Adıyaman ve Malatya’da artçı depremler sürüyor. Hatay’da kırılmayan fayların olduğu vurgulanıyor. Henüz zemin yerine oturmadan yapılacak inşaatların yeni bir yıkıma davetiye çıkarmak olduğunun altı çiziliyor. Bu koşullarda hâlâ Amik Ovası’nda havaalanında, sıvılaşmanın en çok yaşandığı Asi çevresinde yapılaşmakta ısrar etmenin anlamı ne? Depreme dayanıklı zeminlerde, yine depreme dayanıklı yapılaşmaya dayalı kentleşme için niye çözüm aranmıyor?
“Afet ve Acil Durumu Yönetimi Başkanlığı’nın 27.05.2023 Tarihli 583493 Sayılı Oluru”yla el konulan Geçici Barınma Alanı için Yayladağı ilçesi Kışlak Köyü’nde (şimdi mahalle) bulunan 101 ada 27 parselde bulunan arazi, yüzyılı aşkın Kışlak Muhtarlığı’nın uhdesinde iken, Mehmet Ali Yarar’ın Kışlak Belediye Başkanı olduğu dönemde yapılan borçlar nedeniyle köyün kamu malları Yayladağı Belediyesi’nin bu borçları ödemesi karşılığında söz konusu Belediyeye devredilmiştir. Hukuki açıdan bu arazi şimdi Yayladağı Belediyesi’nin mülkiyetinde olabilir ama işin bir de vicdani ve manevi boyutu bulunmaktadır. Çünkü, bu arazi gibi tüm mallarını köy tüzel kişiliğine bağışlayan Hacı Abdullah’ın maddi ve manevi mirası ayaklar altına alınmıştır. Kışlak’ta yaptırdığı cami, kuyu, köprü başta olmak üzere köylüye büyük yararı dokunmuş bu insanın manevi mirasının çiğnenmesine, vicdan sahibi hiç kimsenin razı olmayacağı ortadadır. Kışlak’tan yetişmiş bir eğitimci ve yazar olarak, hayatı boyunca kamu yararını düşünmüş Hacı Abdullah’ın eserleriyle adının yaşatılmasının çok önemli olduğunu vurgulamak isterim. Dolayısıyla konuyla ilgili olarak 101 ada 27 parseldeki arazi Hacı Abdullah’ın Kışlak halkının yararına bağışladığı bir alandır. Bu arazi üzerinde geçici barınma adıyla bir yapılaşmaya gidilmesi, Kışlaklıların tarım alanı olan Kızılgöl mevkiinin doğal mirasını da bozacaktır.
Söz konusu arazi üzerinde, yukarıda açıkladığımız nedenlerle yapılmak istenen geçici barınma yapılaşmasından bir an önce vazgeçilmeli, köy merasının ve çevresindeki tarım alanlarının doğal mirası korunmalıdır. Bu uyarımız dikkate alınmadığı zaman ileride Kışlak halkı bundan büyük zarar görecektir. Dolayısıyla başta Kışlak Muhtarlığı ve Yayladağı Belediye Başkanlığı olmak üzere, söz konusu kararı alan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın Hacı Abdullah’ın maddi ve manevi mirasına, Kışlak halkının doğal mirasına duyarlı davranmalarını beklemek, memleket sevdalısı bir yurttaş olarak bizim de hakkımızdır.”