“Arsuz üzerinde oynanan oyunlar” ile ilgili son zamanlarda çevresel anlamda yaşanan bir çok olumsuzlukları dile getiren bir yazı kaleme aldı… Yazısını sosyal medyada takipçileri ile paylaşan MKÜ. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berkant Ödemiş, “Yine bir Arsuz hikayesi” başlığında kaleme aldığı yazıda; bölgede yaşanan yangınlar, yakın zamanda termik karşıtı halkın protestosu ve maden arama ile ilgili gelişmeler, son olarak da Akçalı Bölgesinde yaşanan zeytin ağacı sökülmesi isle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
MKÜ. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berkant Ödemiş’in Arsuz’u yorumladığı yazı:
Görünen o ki Ülkenin son bakir alanlarına saldırı bitmeyecek. Hatırlarsanız İlçenin kıyı kesimlerine bir dönem Termik Santral girişimi vardı. Halk isyan edercesine karşı çıktı ve vazgeçildi. Sonra beklemedik şekilde ortaya çıkan orman yangınları.
Birkaç günde 2500 ha alandan fazlası kül oldu. Tam söndü derken İskenderun-Arsuz sınırında başlayan bir diğer yangın. Kim çıkardı… nasıl çıktı tartışmaları arasında o kadar çok şey söylendi ki konu TBMM’ne kadar taşındı. Araştırılması için verilen önerge reddedildi. Her iki yangında doğal yollarla mı çıktı yoksa kalbi kararmış bir insan müsveddesi mi çıkardı bilemedik.
Yetmedi! Arsuz’un dağlarında maden arama girişimleri için ihaleler açıldı. Dokuz noktada açılan ihalede süreç şimdilik durdu. Sanırım ilgili alanlar için arama ruhsatları alınıp rezerv niteliğindeki madenin uluslararası piyasada fiyatının yükselmesi bekleniyor veya/ belkide idari anlamda beklemeye alındı.
Şimdi de SİT alanı niteliğindeki bir kamu arazisinde ağaçlar kesiliyor. Ağaç dediğim korunması kanunla belirlenmiş barışın simgesi ‘Zeytin Ağaçları’. Ekolojik ve sağlık açısından önemine girmeyeceğim ama bir çok bölge insanı için önemli bir geçim kaynağı. Zeytin ağaçlarının sahipleri bölge insanı. Toprak ise kamu arazisi. Halk yıllardır zeytin tarımı dışında arazinin niteliğini değiştirecek bir uygulamada bulunmamış.
Zeytin ağaçlarının neden kesildiğine önce kimse anlam veremedi. Ta ki… mevcut bir politikanın uzantısının, yine ve öncekilere benzer biçimde bu bölgeye yeniden sirayet ettiği anlaşılana kadar. Yaklaşık 20 yıldır bu bölgede yaşayan biri olarak bölgeye ilişkin bildiklerim ve sonradan öğrendiklerim Arsuz kıyı bölgesinde kimi alanların 90’lı yıllarda 1. Derece SİT alanı iken zamanla 3. Derece SİT alanına dönüştürülerek yapılaşmaya izin verildiği yönünde. Durup dururken toprağın altında onca kültür varlığı varken ( tarıhi eserler, heykeller vs) toprağın üstünü 3. Dereceye düşürüp yapılaşmaya imkan vermek tarihi dibe gömmekten farksız.
Kültür varlıkları olduğunu nereden bildiğime gelince…. Yıllar önce Yumurtalık termik santrallerinin yapım aşamasında dostlarımla birlikte mücadele ederken bölgeyi gezme fırsatı buldum. Bir çok evin avlu kapılarında tarihi ögeler taşıyan sütunlar görmüştüm ve hane sahipleri de bu taşların, tarlalarından yada evlerinin bahçelerinden çıktığını söylemişlerdi. Aynı tarihsel dokuya ve kültürel geçmişe sahip Arsuz kıyı bölgesinde benzer özellikte kalıntıların daha önce çıkarıldığını da çok kez duydum. Şimdi şeytanın avukatlığını yapıp şöyle düşünelim: geçmişte 1 derece sit alanı iken 3. Dereceye düşürülerek yapılaşmaya izin verilen bu alanlarda tarihi eserler çıkarılmış iken şu anki (yaklaşık 800 dönümlük) alanda tarihi eserlerin olmaması mümkün mü?.
Her şeyi özel sektör aracılığıyla yapmaya çalışan devlet bu arazi üzerinde yapılması planlanan yapıları kendisi mi yapıp işletir? yoksa özel sektöre mi yaptırır? Özel sektöre devrederse bu ‘Özel’ler kimler olabilir. Ve hatta diyelim ki inşaatlar başlarken yapılan kazı işlemleri sırasında önemli tarihi eserler çıkarsa yapılaşma sürecini baltalayacağı endişesiyle eserler göz ardı edilebilir mi?. Kültürel varlıkların olduğu baştan belli olan bu bölgeye iş makinaları ile girmek zaten nelerin gözden çıkarıldığının bir göstergesi. Hadi diyelimki vazgeçtik zeytin ağaçlarından (diyelim ki…. Ama asla demeyelim!) orta düzeyde gelişmiş bir Avrupa ülkesinde bile 3. Derece sit alanına iş makinaları ile girildiğini düşünsenize…..!.
Hikayede asıl ilginç olan kamu arazisi niteliğindeki bu (kupon) alanın Turizm Bakanlığına devri sonrasında sanki ertesi gün inşaat başlayacakmış gibi faaliyete geçilmesi. Arazi üzerinden gelir elde eden çiftçilere geçen yıldan beri mülkü boşaltma yazıları gönderilmiş ve anlaşıldığı kadarıyla bir kısım çiftçide bu belgeleri imzalamış. Yani yıllardır sahip oldukları zeytin ağaçlarından vazgeçmeye hazırlar. Ancak bir haktan vazgeçmek bir yıkıma onay vermek anlamına gelmez. İşgal ettiğiniz bahçeden çıkabilirsiniz ama bahçenin yeni sahibi pencerenizin önüne duvar çekerse buna karşı gelmek en doğal hakkınız. Birkaç gündür gazetelerden okuyor yerel TV ‘lerden izliyoruz. İktidar milletvekilleride zeytin ağaçlarının kesilmesine karşı olduklarını kimi samimi sohbetlerde söylemişler. Ama nasıl oluyor da neredeyse hergün doğal tahribata yönelik girişimlerin olduğu bu bölgeye bu tür bir planlamanın olduğundan haberleri olmuyor anlamak neredeyse imkansız. Denilen o ki; Çevre Bakanlığı’da bu girişimden rahatsızmış. Turizm Bakanlığı’nın İl’in Turizm Müdürlüğü vasıtasıyla yaptığı bir işlemden Çevre İl Müdürlüğü’nün haberinin olmaması mümkün mü? . İki ayrı ülkenin bakanlıkları değil ki bunlar. Aynı ülkenin bakanlıkları. O nedenle bu da çok inandırıcı değil. Bir diğer komedi de İlçenin Belediyesi ile ilgili…. Bir ilçe Belediyesi nasıl olurda kendi sınırları içerisindeki bir SİT alanına Zeytin ağaçlarını yok etsin diye iş makinası gönderir. Nasıl olurda daha 3 ay önce maden arama girişimlerinde halkın tepkisine destek olan bir belediye bu kez şüphelenmeden ne oluyor… niye isteniyor… neresi için… gibi soruları sormadan iki iş makinası ile destek verir. Turizm Bakanlığı ağaç kesim işleminden vazgeçtim dediği anda akıllarda sadece şu kalır: onlarca zeytin ağacı belediyenin araçları ile yok edildi!. Belliki bir çok alanda olduğu gibi kurumsallaşma düzeyimiz hala ergenlik seviyesinde. Olayları ve bölgeyi bütüncül bir yaklaşımla irdeleme vizyonumuz olmayınca günlük işlerde böyle yanlışlar yapıyoruz.
Önce termik santral girişimi, sonra orman yangınları ve maden arama ve en son zeytin ağaçlarının kesimi… Belli ki durmayacaklar. Ok ve yay hikayesi gibi.. yayı gerdiklerinde tepkiye bakıp tepki yüksekse ok’u kınına yerleştirecekler. Ve yine belli ki bu ok hiçbir zaman kırılıp bir kenara atılmayacak, hep bir beklemeye alınarak nabız düştüğünde yeniden piyasaya çıkacak.
İnsanın nabzı düşerse ölür… Peki ya toplumların?
Ben inanıyorum ki bu durum, şehrin yerel ve mülki idari sorumlularının da vicdanını yaralıyor. Ancak merkezden karar alıp yerelin dinamiklerini göz ardı eden yönetim anlayışına onlarda bir şey yapamıyor. Bence onlarda yerelin dinamiklerine güveniyor. Hal böyleyse görünen şu: çözüm yine Arsuz halkında.!”