Antakya Lahdi, cumartesi günü saat 10.00’da açılıyor.
Lahitler, Anadolu’da, her dönem özel bir öneme sahip olmuşlardır. Roma İmparatorluk dönemi heykeltraşlığı çok üst düzeydedir. Antik çağın bu değerli eserlerinden bir tanesi, (define avcılarının eline geçmeden müzeye gelmiş olduğundan) adeta bir tarih kitabı gibi okunabilmektedir…
Türkiye’nin sayılı müzelerinden olan Antakya Arkeoloji Müzesi’ndeki ”Antakya Lahti” ziyaretçilerden büyük beğeni topluyor. Bilindiği gibi lahitler, Anadolu’daki Roma İmparatorluk dönemi heykeltraşlığı içinde özel bir öneme sahiptirler.
Roma döneminde, M.S.3.yy’la tarihlendirilen Antakya Lahdi, “Sidemera” olarak bilinen lahit grubuna giriyor. Sidemera, Konya Ereğlisi yakınındaki Ambararası köyünün antik adıdır. İlk defa burada bulunan bir lahitten ötürü, bu tür lahitler arkeoloji literatüründe “Sidemera tipi lahitler” olarak adlandırılıyorlar.
Antakya Lahti, Afyon İşçehisar yakınlarındaki meşhur Dokimeion’da inşa edilmiş. Dokimeion, dünyadaki en büyük üç lahit üretim merkezinin en önemlilerinden birisi. Halen burada mermer çıkartılmaya devam ediliyor. Hatta, giderek azalıyor olsa da antik dönem çalışmalarının izleri görülebiliyor. Strabon, Geographika’sında, Dokimia Köyü ve mermer ocağından bahseder: ” Synada (Frigya’da Şuhut) büyük bir kent değildir; fakat önünde, zeytin ağaçları ekili bir ova uzanmaktadır. Bunun ötesinde Dokimia Köyü ve keza “synnadik” mermer ocağı vardır (her ne kadar yerliler ona “Dokimete” veya “Dokimaion” derlerse de,) Romalılar ona bu adı vermişlerdir. Önceleri bu ocaktan küçük çapta taşlar çıkarıldı; fakat şimdi Romalıların aşırı istekleri üzerine büyük mononolit sütunlar çıkarılmaya başlanmıştır ve bunlar renklerinin çeşitliliği bakımından hemen hemen su mermerine yakındır. Gerçekten bu kadar ağır olan yükün denize taşınması güçtü, ölçüleri ve güzellikleri dikkati çeken bu sütun ve parçalar Roma’ya gönderilir..
Lahit, 1993 yılında, Harbiye’de yapılan bir temel kazısı sırasında tesadüfen bulunmuş. Bu değerli eser için müzede özel bir sergileme alanı hazırlanmış. Bir bölümde lahit, diğer küçük bölümlerde ise içinden çıkan kemikler ve objeler görülüyor.
Aristoktat bir aileye mensup, yetişkin bir kadın ve erkek ile genç bir kıza ait lahtin en büyük özelliğinden biri de, defineciler tarafından içi soyulmadan önce müzeye alınmış olması. Lahit içindeki kişilere ait kemikler, takılar, hatta giysilerine ait altın tozları ve tekstil parçalarına varana kadar mevcut olan her şey, müzede sergilenmeye konulmuş.
Lahtin arsitokrat bir aileye ait olduğu, üzerindeki betimlemelerle net bir şekilde vurgulanmış. Sanduka kapağı ve sandukadan oluşan, iki bölmeli, iki dar iki geniş olmak üzere dört yüzlü bu lahit, üzerine işlenmiş figürlerle açıklanmak istendiğinde, ortaya şöyle bir hikaye çıkıyor;
Ön dar yüz : Yer altı tanrısı Hades’e giden bir kapının önünde bir ateş altarı ve bir kurban bulunuyor. Kurbanın iki tarafında bir kadın ve bir erkek figürü var. Erkek figür, ateşi canlı tutmak için elindeki kaptan şarap yahut yağ döküyor.
Birinci geniş yüz : Bir av sahnesi mevcut. Şaha kalkmış bir atın üstündeki süvari, aslana saldırıyor. Sağ ve solunda yardımcıları, her iki uçta da tanrı Zeus’un askerleri olarak bilinen Dioskorlar var. Bu sahnede, süvari dışındakilerin bakışları av sahnesine dönüktür. Kısa tünikleri, avlanma esnasında kendilerine daha rahat hareket olanağı sağlamaktadır.
Arka dar yüz : Ailenin bilge ve aristokrat olduklarını işaret eden üç figür var. İki parmağıyla yaptıkları işaret bunu belirtiyor. Fakat lahit üzerindeki figürlerin parmaklarında kırılmalar olmuş.
İkinci geniş yüz : Bir veda tasviri sahnelenmiş. Figürler, gençliği, olgunluğu ve yaşlılığı temsil ediyorlar.
Lahtin kline şeklinde tanzim edilmiş kapağında, karı kocayı temsil eden iki figür ve aşk tanrısı Eroslar bulunuyor. O devirde bir gelenekti, eğer kişi vasiyet ettiyse, lahit kapağında bir heykelle tavsir ediliyorlardı. Eroslar, çiftin huzurlu bir evlilik yaşamış olduklarının işaretidir.
Antakya Lahti’ne ayrılmış olan özel bölümde, bu lahitten çıkartılan kemikler ve objeler de sergilenmeye konulmuşlar. Üç kişiye ait kemikler, yetişkin bir kadın ve erkek ile genç bir kıza ait bulunuyorlar. Muhtemelen anne-baba ve erişkin kızları yatıyordu bu lahitte. Bu aristokrat ailenin iskeletlerinden, Alpin ırkına ait oldukları belirlenmiş. İskeletlerin baş uçlarında bulunan küçük bir cam levha üzerinde, yine bu lahitten çıkmış olan altın tozları ve giysilerinden geriye kalmış küçük tekstil parçaları sergileniyor. Aile bireylerinin gömülürken üzerlerinde bulunduğu tahmin edilen temsili bir kıyafet de yine iskeletlerle birlikte sergilenmektedir.
Yine başka bir bölümde, lahit içinden çıkarılmış bir bilezik, altın kolye, düğmeler ve üç adet sikke bulunuyor. Üç sikkenin üzerinde, iki ayrı Roma İmparatoru ve bir Augusta resmedilmiş. Roma İmparatoru Gordianus III’e, (ölümü 244), Gallineus’a (ölümü 268) ve Gallineus’un karısı Augusta Cornellia Salonina’ya (ölümü 268) ait sikkelerden, lahtin Gordianus devrinde yani 244 yılından önce yapıldığını, daha sonra da sırasıyla diğer gömülerin gerçekleştiğini anlıyoruz. Antik çağda adet olduğu üzere, ölünün dili altına sikke konuluyordu. Bu da bize lahitlerin tam olarak ne zaman yapıldıkları konusunda önemli bilgiler vermektedir ama ne yazık ki genelde lahitler soyulduktan sonra müzelere alınıyorlar.
Lahitin ölçülerine gelince, 2.47 m.uzunluğunda, 1.22 m.genişliğinde, 1.20 m.yüksekliğindedir. Dokimeion’da, yani Afyon İşçehisar yakınlarında bulunan bu lahit yapım merkezinde, M.S.260 yılları civarında lahit yapımı işine son verilmiş. Bu tarihlerde buraları, Sasaniler ve Gotların şiddetli saldırılarıyla alt yapısını yitirmiş, yoksullaşmış bir haldedir. Burada çalışan mermer ustalarının da nereye gitmiş olabilecekleri konusunda henüz bir bilgiye ulaşılamamış. Ama bu becerikli ustaların yarattığı harika bir lahit, Antakya Arkeoloji Müzesi’nde, kendisine ayrılmış özel bir bölümde meraklılarını beklemektedir. Yüzlerce yıl toprak altında kalmasından dolayı, her şeyini korumuş olması da bu meraklılar için büyük bir şans yaratmaktadır.
Bilsen GÜRER