1969-70 yıllarında askerlik görevini birlikte yaptığımız Fuat Çiyiltepe, sonraki yıllarda Ankara’da Ankara Halk Oyuncuları (AHOT) isimli tiyatronun sahibi ve önemli oyuncularından biriydi.
Vatani görevim bitmiş, memleketime dönmüştüm. Bir süre sonra Dostum bölgemize turneye geleceklerini, İskenderun’daki organizasyonu benim yapmamı istediğini söylemişti. “Tamam sen merak etme” demiş, kolları sıvamıştım. “Olacaksa en iyisi olmalı” diye düşünerek İskenderun’a bir gün değil bir hafta ayırmalarını önerdim! Kabul etti.
Böylesine bir organizasyonun altından kalkabilmek için dönemin Belediye Başkanı Abdulkadir Kocabaş’tan az da olsa destek sözü almıştım. Haftanın adını “İskenderun Belediyesi Tiyatro Şenlikleri” olarak duyurduk.
O dönemde İskenderun’da tiyatro salonu yoktu. Bir sinema salonu vardı, onun da sahnesi yoktu. Çaresizlik ve moral bozukluğu içinde sinemanın sahibiyle olayı nasıl çözeceğimizi düşünüyorduk. Son kararımız perdenin önündeki birkaç sırayı söküp portatif bir sahne yapmak oldu. Öyle de yaptık. Sıraların bir kısmını söktük, sahildeki bir çay bahçesinden altmışdört adet sandalye alıp boşalttığımız bölüme yerleştirdik. Bunların üzerine iki tabaka sunta çakıp sözde sahne yaptık!.. İki kenara koyduğumuz ikişer adet doktor paravanı da da sözde kulis oldu…
* * *
Fuat Çiyiltepe’nin kadrosunda müthiş oyuncular vardı. Anımsayabildiklerim; Sinan Bengier, Settar Tanrıöver, Bahadır Tokmak, Kemal Kuruçay..Tam bir kadro tiyatrosu. Sonradan her biri önemli birer isim olan bu oyuncuların ortaklaşa yazdıkları “Haydin Çağ Atlıyoruz” ve Orhan Kemal’in “Müfettişler Müfettişi” isimli oyunu dönüşümlü olarak oynanacaktı bir hafta boyunca! Bir de çocuklar için “Pinokyo” vardı repertuarda.. Haftanın son gününü protokol mensuplarına ayırmıştık. “Müfettişler Müfettişi”ningala gecesi İskenderun’da yapılacaktı. Bu gala bu kentteki ilk gala olacaktı…
Hafta başladı, tiyatroya hasret İskenderun’lular oyunlara büyük ilgi gösterdiler, gişede kuyruklar oluştu, her seans salon doldu.. Bu arada çocuk oyunu Pinokyo için belediyeden bir otobüs aldık, bir de tiyatronun turne için anlaştığı otobüsle çevre okullardan, özellikle hayatında hiç tiyatroya gitmemiş çocukları toplayıp ücretsiz oyun izlettik. Günde üç seans oynuyorlardı. Tiyatrocu arkadaşlarımın gösterdiği özveri beni şaşırtmıştı..
* * *
Son geceye geldik.. Salonda yaklaşık üçyüz kişi vardı. Ön sırada belediye başkanı, kaymakam, emniyet müdürü gibi kentin ileri gelenleri. Oyun bitene kadar salonun en arkasından izledim. Final yapıldı, oyun müthiş beğenilmişti, salon alkıştan yıkılıyordu!..
Mutluluktan uçuyordum. “İsteyince oluyormuş İskenderun’da bile” diye söyleniyordum kendi kendime..
Bu arada oyuncuların tümünün sahneden çekildiğini, Fuat’ın yalnız kaldığını gördüm. Alkışların kesilmesinden sonra Fuat, “Bugün burada birarada olmamızı sağlayan benim yakın dostum bir hemşehriniz Akay Eren’i alkışlarınızla sahneye davet ediyorum” dedi. Utana sıkıla sahneye çıktım, Fuat’ın elinde bir plaket vardı, plaketi aldım. Teşekkür ettim. O plaketin sadece o gün için verilmediğini biliyordum.
Duygularımı şöyle ifade ettim:
“Şu anda üzerinde bulunduğum sahne nedeniyle utanç duyuyorum. Çay bahçesinden kiraladığımız masaları biraraya getirip üstüne sunta çaktık ve sahne yaptık. Yakıştı mı bu kente?.. Sizler, bu kentin yöneticileri yarın sabah şapkanızı önünüze koyup beş dakika düşünün bu söylediklerimi ve beni bu utançtan kurtarın…”
Bir gün sonra sabah otelde kalan Fuat’ı aramış Belediye Başkanı Abdulkadir Kocabaş… “Akay Beyle birlikte belediyeye gelir misiniz?” diye rica etmiş. Gittik, yanımıza bir mühendis verdi. Makam arabasını da tahsis etti ve “lütfen” dedi, “boş duran eski ekmek fabrikasını nasıl tiyatro salonuna dönüştürürüz? Orayı inceleyip mühendis arkadaşımıza bilgi verir misiniz?”
On dakika sonra ekmek fabrikasındaydık..
Ekmek fabrikası neresi mi?
Şimdiki Belediye Kültür Merkezi…
Akay EREN