İNSAN HAKLARI PERSPEKTİFİNDEN 6 ŞUBAT DEPREMLERİ

Published on:  /   Yorum yapılmamış

İNSAN HAKLARI PERSPEKTİFİNDEN 6 ŞUBAT DEPREMLERİ (TIKANMAYI AŞMAK İÇİN) KONFERANSI ANKARA’DA YAPILDI

“İnsan Hakları Perspektifinden 6 Şubat Depremleri Konferansı” 25 Mayıs’ta Türkiye Barolar Birliği Litai Konukevi’nde yapıldı.

 

Birleşik Kamu-İş, Eğitim-İş, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, Genel Sağlık İş, Sosyal Haklar Derneği, ASİ-DER, TARDE(Travma ve Ruhsal Sağlık Çalışmaları Derneği)’nin oluşturduğu Düzenleme Kurulu tarafından hazırlanan Konferansa, Çankaya Belediyesi, DİSK, TTB, TBB, TMMOB ve Mülkiyeliler Birliği kurumsal destek verdiler.

 

Açılış konuşmalarını yapan Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Başkanı Mehmet Yeşildağ, Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri Av. Veli Küçük ve Çankaya Belediye Av. Hüseyin Can Güner depremden doğrudan siyasal iktidarın ve yerel yönetimlerin sorumlu olduklarını vurguladılar. Konferansın başından itibaren yoğun emek veren Müslüm Kabadayı ve Zeynel Korkmaz’a, bildirileri ve sunumlarıyla yol gösterecek olan bilim insanlarına, sendika başkanlarına teşekkür ettiler.

 

Konferansın amacını ve çerçevesini dile getiren konuşmayı Türkiye’deki kentleşme alanının duayen hocalarından Prof. Dr. Ruşen Keleş yaptı. Türkiye’de depreme dirençli yapılaşmanın ve planlı kentleşmenin gerek yasalardaki boşluklar ve imar aflarıyla gerekse bilimsel kurulların ve kuruluşların ortaya koyduğu kurallara uyulmaması nedeniyle 1939’dan bu yana depremlerde büyük yıkımların gerçekleştiğini vurguladı. Konferansın 6 Şubat depremlerindeki büyük yıkımın nedenleri yanında barınma, sağlık, eğitim hakkı bakımından sorunların nasıl çözülmesi gerektiğine dair önerileri ciddi önerileri siyasal iktidar başta olmak üzere, tüm kurum ve kuruluşların, yurttaşın önüne koyacağını dile getirdi.

“Depremin İlk Günlerinden Bu Yana Bitmeyen Şeffaflık ve Polemik Sorunu” üzerine TBB adına Av. Kasım Akbaş, ASİ-DER adına da Ali Çerkezoğlu sunumlarını yaptı:

 

“Eğitim ve Sağlık Hakkı Üzerine” başlıklı oturumda Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası adına Umut Erkut ve Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Sevdar Yılmaz çarpıcı açıklamalarda bulundular. “Hatay’ın ‘Yeniden İnşası Süreci’ Kent Karakteristiği ve Demografisinin Korunması” başlıklı oturumda Prof. Dr. Mehmet Tunçer, Prof. Dr. Kemal Dil ve Dr. Tuğçe Tezer planlama, imar, tarihsel ve kültürel dokunun korunması, habitat ve göç olgusu konularında çok önemli bildiriler sundular. Konferansa uluslararası boyut kazandıran konuşmayı zoom üzerinden katılan Birleşmiş Milletler Eski Eğitim Hakkı Özel Raportörü Vernor Munoz yaptı.

 

BM’nin bu konuda yaptıklarıyla yapamadıklarını karşılaştıran, eğitim hakkı konusunda deprem bölgesinde yaşanan sorunlara çözüm üretmek için neler yapılabileceğini ışık tutan açıklamalarda bulundu.

 

“Ücretsiz Konut Hakkı, Özel Afet Bölgesi İlanı, Mülksüzleştirme Tartışmaları” başlığındaki oturumda Araştırmacı-Yazar Müslüm Kabadayı ve Mimar Mehmet Onur Yılmaz sunum yaptılar.

 

Müslüm Kabadayı, Yağma ve Yıkım Düzeni olarak kavramsallaştırdığı 2001 krizi sonrası Türkiye’de uygulamaya konan extraktivizm ve mülksüzleştirme yoluyla sermaye birikim düzeninin kurulduğunu, deprem bölgesinde binaların yıkımı, enkaz kaldırma ve taşıma sürecinde de 58 Milyar TL sermaye sınıfına aktarıldığını vurguladı.

 

“Riskli alan” ve “rezerv alan” uygulamalarıyla da mülksüzleştirme yoluyla sermaye birikiminin sağlanmak istendiğini, böylece Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde demografik yapının değiştirilmesinin ciddi bir tehlike olarak gündeme geldiğini altını çizdi. Mimar Mehmet Onur Yılmaz da deprem bölgesinde uygulanan tüm yanlış politikaların siyasal iktidarın ve sermaye sınıfının tercihi olduğunu dile getirdi. Sunumlar ve bildiriler dışında Antakya’da birinci dereceden yakınlarını kaybeden Döne Kaya, diğer depremzede yakınlarının başlattığı Adalet Nöbetinin depremde can ve mal kaybına yol açan binaları yapan müteahhitler yanında bunların yapılmasına izin veren kamu yöneticilerinin de hesap vermelerini, yargılanmalarını amaçladığını açıkladı. Toplu İş Makineleri ve İş Kamyonları Operatörleri Sendikası Başkanı Ahmet Sert de, kârdan başka bir şey düşünmeyen inşaat şirketlerinin gerekli önlemleri almadan yıkım yapma, enkaz kaldırma ve taşıma işlerinde çalıştırdıkları üyelerinden onlarcasını kaybettiklerini dile getirdi. Bunların hesabının sorulması için hukuki ve fiili mücadle başlattıklarının altını çizdi.

 

Konferansta sunulan bildirilerden ve yapılan konuşmalardaki önerilerden hareketle hazırlanan Sonuç Bildirgesi, Prof. Dr. Kemal Dil tarafından okundu. Başarılı ve verimli geçen Konferansın Sonuç Bildirgesinde ortaya konan sorunlar, talepler ve çözüm önerileri şöyle dile getirildi:

 

“Genel Türkiye coğrafyasının %90’ı deprem bölgesinde olup bugüne kadar çok sayıda büyük yıkım yaşanmıştır. Cumhuriyet döneminde gerçekleşen 1939 Erzincan, 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinden daha geniş alanı ve nüfusu etkileyen 6 Şubat depremleri, ülkemizin ve halkımızın geleceğini derinden etkilemiştir. Gerek deprem öncesinde alınması gereken önlemler gerçekleştirilmediği, gerekse deprem sonrası bilimsel, teknik ve toplumsal çalışmaların hızlı, şeffaf ve kamu yararını gözeten biçimde yapılmaması nedeniyle ciddi bir tıkanma, dolayısıyla insan hakları krizi ortaya çıkmıştır.

 

Deprem bölgesindeki 11 ilde yaşayan 14 milyon yurttaşımızın barınma, beslenme, sağlık ve eğitim alanlarında ciddi sorunların devam ettiğini, Mayıs 2024’te Konferansımızın Düzenleme Kurulu adına uygulanan Deprem Sonrası Yaşam Araştırması Anketinin sonuçları da göstermektedir.  Örneğin Hatay’daki depremzedelerin %80.3’ü yaşadığı konutun içinde ve çevresinde altyapı eksikleri olduğunu vurgulamaktadır. Sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşamayanların oranı depremzedeler arasında %70’e ulaşmaktadır. Depremzedelerin % 78.5’i’ sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamadığını belirtmiş olup başlıca sağlık sorunun da %92 oranıyla psikolojik olduğu saptanmıştır. Diğer yandan depremzedelerin %97’si sağlıklı eğitim koşullarının sağlanmadığını dile getirmiştir.

 

11 il içinde Hatay, ortalama 120-150 yılda bir 7’inin üzerinde büyüklükte depremlerin gerçekleştiği bir ilimizdir. Bu sürenin sınırına gelindiği bir dönemde 2021 yılında Hatay Valiliği ve ilgili kurumların deprem riskini azaltmaya yönelik aldıkları kararlara rağmen gerekli önlemleri almadıkları 6 ve 20 Şubat depremlerinde anlaşılmıştır. İRAP açısından depreme karşı gerekli önlemleri olmayan tüm kurum ve kuruluşlar sorumludur. Ne yazık ki depremin üzerinden 15 ay geçmesine rağmen sorumlularla ilgili dava açılmamıştır. Bu hukuki açıdan ciddi bir tıkanmanın nedenlerinden sadece bir tanesidir.

 

Depremin ilk anından itibaren arama ve kurtarma faaliyetlerinde büyük bir yetersizlik, dağınıklık ve koordinasyonsuzluk söz konusu olmuştur. Bunun sorumlusu doğal olarak siyasi iktidar ve başta valilikler, AFAD gibi merkezi yönetim birimleridir. İlk günlerde ordunun harekete geçirilmemesi can kayıplarının çok fazla olmasına neden olmuştur. Deprem sonrasında çadır kentlerin, konteyner alanlarının ve afetzede yerleşim yerlerinin zamanında ve yeterince kurulmamasında da Kızılay, AFAD ve yerel yönetimler yetersiz kalmışlardır. Jeolojik etütlerin güncellenmesi ve buna göre sağlam zeminlerde makro planlar hazırlanması gerekirken bu yapılmamıştır. Bundan da ÇŞİDB ve Büyükşehir Belediyeleri sorumludur. Kentsel Sit alanındaki tahribat ve KAİP hazırlanmamasında Cumhur Başkanlığı kararnameleri, 2863 Sayılı KTV Korum Kanununa göre değil 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna göre hareket edilmesi tahribatı ve tıkanıklığı yaratan başlıca etmendir. Bu kanuna göre ilan edilen “rezerv alan” uygulaması, deprem bölgesi başta olmak üzere yurttaşların anayasa ve yasalarla güvenceye alınan mülkiyet hakkı da risk altındadır.

Devletin 680 bin konutu deprem bölgesinde yapmayı vaat etmesine rağmen, aradan geçen 15 ay sonra konutların %11’i ancak teslim edilebilmiştir. Barınma sorununun sağlıklı biçimde çözülmesi, uzun vadeli düşünmek, ancak bölgesel ve makro Nazım Planlama ile olabilecektir. Bu planlar 15 ayda hazırlanabilirdi ama yapılmayıp mimari TOKİ projeleri ile kolay ve göstermelik, hukuka aykırı bir yöntem izlenmiştir.

Deprem çerçevesinde bugün yaşanan tıkanma neyi ifade ediyor ve ne zamandan beri bu durum geçerlidir? Ülkemizin önemli bir bölümünü farklı düzeylerde etkilemiş olan Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat 2023 depremleri ve Hatay merkezli 20 Şubat depremlerinin üzerinden 470 günü aşkın bir zaman geçtiği hâlde, depremi takip eden günlerde başlayan koordinasyon sorunları bugün hâlâ devam etmektedir. Bir afet bölgesi olduğu bilinen coğrafyamızda kentlere ilişkin tıkanma; öncelikle kentlerin afetlere dirençli olarak kurulmaması, şehir planlarının uygulanma ve denetlenme süreçlerinde yaşanan aksaklıklar, kentsel dönüşüm süreçlerinin kentlerin yapı stokunu dayanıklı hâle getirmek için bir araç olarak kullanılmaması, kentsel mekânların tüm kırılgan grupları kapsayacak şekilde erişilebilirlik ilkeleriyle organize edilmemesi, “imar affı” gibi süreçlerle mühendislik hizmeti almamış yapıların yasal hâle getirilmesi gibi süreçlerle başlar. Merkezi ve yerel yönetimlerin, eğitim kurumlarının, özel sektörün, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının; imar planlama, yapılaşma, somut kültürel mirasın korunması, yerel halkın afetler konusunda bilgilendirilmesine ilişkin süreçlerde gerekli adımları atmaması, kentlerin afetlere dirençli hâle getirilmesi için gerekli afet sonrası toplanma alanlarının sıklıkla yapılaşmaya konu olması, eğitim, sağlık tesisi, idari tesisler gibi kamu yapıları ve havalimanı gibi kentler arası ulaşım için önemli tesislerin yapısal açıdan dayanıksız olması gibi nedenler, deprem öncesi süreçteki tıkanma nedenleridir.

 

Deprem sırasında yaşanan tıkanmanın etkileri; arama ve kurtarma çalışmaları, bu çalışmalar henüz tamamlanmamışken başlayan enkaz kaldırma çalışmaları, yıkımın yoğun olduğu yerlerde erişim sorunları, telefon ve internet üzerinden iletişimin kısıtlı olması, arama-kurtarma konusunda yetişmiş ve gönüllü kapasitesinin azlığı, bu süreçlerin yönetiminin tek merkezde toplanmış olmasının oluşturduğu aksaklıklar gibi sorunlarla kendini gösterir. Deprem sonrası süreçte ise tıkanma; niteliksiz ve dayanıksız yapı stoku nedeniyle büyük bir yıkım gerçekleşmesi, nitelikli, sağlıklı, güvenli geçici barınma alanlarının kısa zamanda sağlanamaması, eğitim ve sağlık tesislerinin hizmet veremez hâle gelmesi, ana ulaşım aksları da dahil olmak üzere ulaşım sisteminin hasar görmesi, bu nedenle artan can kayıpları, kentsel sistemlerin işlemekten uzak durumu nedeniyle yoğun bir şekilde gerçekleşen dışa göç, kültürel mirasın hasar tespiti ve gerekli durumlarda enkaz kaldırma süreçlerinde -bu alanların gerektirdiği yüksek hassasiyetin gözetilmediği- özensiz yaklaşım, planlama, yeniden yapılanma ve onarım süreçlerine ilişkin belirsizlik, şeffaflığın olmadığı süreçlerin yerel halkta oluşturduğu tedirginlik ve güvensizlik, bütünsel planlama yerine proje bazında parçacıl uygulamaların afet sonrası aşamada yoğun olarak tercih edilmesi, yerel halkta oluşan mülksüzleşme ve yerinden edilme endişesi, ekonomik işlev ve çalışma alanlarının hasar görmesi nedeniyle kentsel ekonominin güç kaybetmesi, kırsal yerleşmeler, doğal alanlar ve tarım alanlarının geçici barınma alanlarına ve moloz dökümüne konu olması, enkaz kaldırma ve moloz taşıma süreçlerindeki koordinasyonsuzluk ve özensizliğin yol açtığı halk sağlığı problemleri, depremle beraber ampute ve engelli nüfusta görülen artışla oluşan yüksek erişilebilirlik ihtiyacının kentsel müdahalelerle çözümlenmemesi gibi başlıca konularla gündeme gelir.               

Bu durum karşısında ne yapmalıyız ve nasıl yapmalıyız?   Çok katmanlı bir organizma olan kentlerin, depremden sonra her katman ve bileşeniyle ilişkili süreçlerinin büyük sorunlara karşılık geldiğini izliyoruz. Hâlâ içinde olduğumuz bu geçici dönemde, yerel halkın kentte güvenli, sağlıklı, konforlu koşullarda barınabilmesi, çalışabilmesi, okula ve hastaneye gidebilmesi, sosyalleşebilmesinin sağlanmasıyla birlikte mutlaka ihtiyacımız olan diğer adım, yerel halkın bir asgari müşterekte buluşması ve bu sayede, süreçte ortak tavır alabilen bir aktör hâline gelebilmesidir. Kentin depremden sonra iyileşmesi sürecinde kendisini hangi alanda konumlandırdığından bağımsız olarak, bu süreçte deprem bölgesindeki yerleşmelere faydalı olmak isteyen tüm oluşumların, aktör ve kurumların uzlaşabileceğini (ya da uzlaşması gerektiğini) düşündüğümüz asgari müşterek için önerilerimiz şunlardır:

 

-Deprem yaşayan kentlerin depremden sonra iyileşmesinin, burada hayatın tekrar başlamasının birinci öncelik olarak kabul edilmesi.

-Depremden önce burada yaşayan nüfusun (mülk sahibi, kiracı, çalışan …) burada kalabileceği koşulların (geçici barınma alanları, gündelik ihtiyaçlar, çalışma alanları, kentsel servisler, erişim olanakları …) sağlanması.

-Depremden sonraki (enkaz kaldırma, geçici barınma alanlarının sağlanması, inşa dâhil olmak üzere) iyileşme sürecinin işleyişinde halk sağlığının ve doğal alanların korunmasının esas alınması.

-Yerleşmenin somut ve somut olmayan tarihi ve kültürel mirasının, tarihi dokunun bütünselliğinin, üretim kültürünün korunarak iyileştirilmesi.

-Deprem sonrası planlama ve mimarlık faaliyetlerinin bütünsel planlama, “dirençli kent” ve “engelsiz kent” ilkeleriyle uyumlu ilerlemesi.

-Deprem sonrası planlama ve imar faaliyetleriyle yasal değişikliklerin, deprem bölgesinde mülkiyet değişimi ve mülksüzleştirme süreçlerine neden olmaması. Dolayısıyla Türk Tasarım Vakfı’nın Antakya’daki uygulamalarından bir an önce vazgeçilmesi.

 

11 ilimizde ciddi habitat sorunları gündemdedir. Türkiye’nin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Merkezi’nin (UNCHS-HABİTAT) 1996 yılında ikincisine ev sahipliği yaptığı HABİTAT-II konferansına sunmuş olduğu Ulusal Rapor’daki yükümlülüklerine uygun bir stratejiyi uygulamaya koymaması; katılımcılığı dışlaması, bu sorunların kaynağı olarak görülmektedir.  Bu noktada, deprem bölgesinde yeniden inşa sürecinde yaşanan bu tıkanmayı aşmak için Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Merkezi (UNCHS-HABİTAT) üyeliğinin sağladığı meşruiyet ve dayanışma dinamikleri üzerinden siyasal merkezi otoritenin uygulamalarının paydaşı olup demografik habitatsızlaşma tehlikesini içeren uygulamaları, yerleşik tarihsel demografik ve ekolojik dengeyi bozmayacak düzeyde yeniden bir habitat inşa etmede aktif rol alınmalıdır. Bu kapsamda geniş katılımları içeren ulusal ve uluslararası konferanslar, söyleşiler, forumlar gibi etkinlikler düzenlenmelidir.

Sağlık sorunları, deprem bölgesinde hâlâ çözülememiştir. Yıkımlar ve enkaz kaldırma-taşıma yanında Hatay başta olmak üzere Kahraman Maraş, Adıyaman, Malatya illerimizde açılan taş ocakları, hazır beton tesisleri nedeniyle artan gürültü, toz, asbest ve buna bağlı solunum sistemi başta olmak üzere hastalık yükünün artması söz konusudur. Kanalizasyon başta olmak üzere alt yapı sorunları çözülemediği gibi elektrik, internet sürekli kesilmektedir. İçme suyuna erişim çok önemli bir sorundur. Birçok mahalleye haftanın belirli günleri tırlarla su kolileri dağıtımı devam etmektedir.

  1. ayı geride bırakmışken özellikli birçok sağlık hizmeti istenilen düzeyde verilememekte, talepler karşılanamamakta, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde bazı sağlık hizmetleri hiç başlatılamamıştır. Örneğin Hatay’da Nükleer Tıp Hizmetleri sadece MKÜ’de, Radyoterapi sadece İskenderun Özel Gelişim Hastanesi’nde verilebilmektedir. Aile Hekimliğinde hâlâ aşılamada sıkıntı yaşanmaktadır, çünkü çok dağınık çalışılmaktadır. Konteynerkentlere gidince koruyucu sağlık hizmeti verilemiyor. Konteynerde çalışan ASM’lerde, ana merkezde de başta soğuk zinciri kurma ve devamlılığını getirmek mümkün olamamaktadır.

 

 

Devlet hastanelerinde Sağlık Bakanlığı, hekimlerine ve diğer sağlık çalışanlarına, deprem olmayan illere, aynı ilde zarar gören ilçelerde zarar görmeyen ilçelere göre daha az ödeme yapıyor. Sanki hayat normal akışında devam ediyormuş gibi kabul ediyor, daha da ileri gidip  sağlık çalışanları cezalandırıyor. Hekimlerin MHRS randevularını kendilerinin ayarlamasına izin verilmiyor. Her 10 dakikada bir sistem otomatik olarak MHRS randevusu atıyor. MHRS dışı Günübirlik randevusuz hastalar da hesaba katılınca 2-3 dakikada hasta bakılması dayatılıyor. Bu şartlar altında çalışanlardan tam performans ve fedakârlık bekleniyor. Ne yazık ki Sağlık Bakanlığının bu uygulaması yüzünden birçok hekim ve diğer sağlık çalışanı tayin oluyor, istifa ediyor veya emekliye ayrılıyor. Birçok klinikte yoğun iş yükü, ağır çalışma koşulları, eğitim yetersizliği vb. nedenlerle asistan kontenjanları boş kalıyor ya da istifalar oluyor. Bu sebeple asistan sayısı çoğu klinik için yetersiz denilecek sayıda. Deprem bölgesinde acilen sağlık hizmetlerinin depreme dirençli yapılarda, sosyo-ekonomik koşulları iyileştirilmiş sağlık çalışanlarının yeterli sayıda istihdamıyla bütün kliniklerde verilmesi sağlanmalıdır.

 

Deprem bölgesindeki okulların yıkılması ve hasarlı olması nedeniyle sağlam okullarda ikili eğitimlerin sürdürülmesi ulaşım, beslenme, donanım ve personel yetersizliği gibi yeni sorunlara yol açmıştır. Prefabriklerde ve konteynerlerde eğitime devam edilmesi çocukların okul atmosferini yaşayamamasına neden olmaktadır. Buralardaki özel sektör öğretmenleri işsizlikle karşı karşıya gelmiştir. Öğretmenlerin barınma ihtiyaçları yeterince karşılanamamıştır. Dolayısıyla deprem bölgesinde eğitimin bileşenleri olan öğretmen-öğrenci ve velinin barınma, beslenme, sağlık hizmetleri başta olmak üzere ihtiyaçları hızla karşılanmalı, eğitimin kalitesini yükseltecek önlemler alınmalıdır. Ayrıca,

-Deprem bölgesinde yaşananlardan çıkarılan derslerle arama-kurtarma ve yardım çalışmalarında aktif görev yapacak personelin sayısı artırıldığı gibi bunların çok yönlü eğitimi gerçekleştirilmelidir.

-Okulların afet anlarında korunma alanı haline getirilmesi için bilimsel ve teknik bakımdan depreme dirençli yapılar haline getirilmesi sağlanmalıdır.

-Afet riskinin azaltılması ve afetlere hazırlık konusunda halk bilinçlendirilmelidir. Etkili bir acil durum yönetimi sistemi kurulmalıdır.

 

Ülke genelinde hukukla ilgili ciddi sorunlar yaşandığı bilinmektedir. Deprem bölgesinde bu sorunlar katlanarak devam etmektedir. Adliye binalarının da yıkılması, hasar görmesi nedeniyle mahkemeler görevlerini zamanında yapamamışlardır. Avukatların görevlerini konteynerlerde sürdürmek zorunda kaldığı bir ortamda, depremzedelerin hak kayıplarını önleme konusunda yapılan çalışmalar yetersiz kalmıştır. İdare mahkemeleri başta olmak üzere yeni mahkemeler açılmasına rağmen iş yükünün artması nedeniyle yargısal süreçler yavaş ilerlemektedir. Deprem yargılamaları ceza hukukundan idare hukukuna ve tazminat hukukuna varana kadar çok geniş bir çerçeveyi kapsıyor. Deprem yargılamaları çerçevesinde yüzbinlerce dava dosyası olması bekleniyor. Hâlihazırda ceza yargılamalarında dahi iddianamelerin hazırlanmadığı, kovuşturma aşamasına geçilmeyen çok sayıda vaka var. Bu kuşkusuz Türkiyedeki yargı sisteminin yapısal sorunlardan kaynaklandığı kadar, böylesine akut bir durumda refleks gösterebilme kapasitesinin de düşüklüğünden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu sorunların insan hakları başta olmak üzere hayvan hakları bakımından da çözüme kavuşturulması, daha fazla adaletsizliğin yaşanmaması için çok önemlidir.

 

İnsan Hakları Perpektifinden 6 Şubat Depremleri (Tıkanmayı Aşmak İçin) Konferansında konunun uzmanlarının, sendika-dernek-oda vd. kuruluşlarımızın, bilim insanlarımızın ortaya koydukları veri, bulgu, analiz-sentez ve önerilerin başta siyasi iktidar olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarımız, yerel yönetimlerimiz ve yurttaşlarımız tarafından dikkate alınmasını ve uygulamaya konmasını talep ediyoruz. Bu konuların yakın takipçisi olacağımızı ve ulusal-uluslararası düzlemde sorunların çözülmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğimizi ilan ediyoruz.”

Kategori:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.